Zayende Travel Agency

Ana Sayfa Hizmetler

BOZKIR DENİZİ

 

BOZKIR DENİZİ

 

“Denizler Hanı” Cengiz Han’ın ülkesi Moğolistan

Yazı ve Fotoğraflar : Yelda Baler

 

 

Yer ve gök arasında göz alabildiğine uzanan yemyeşil bozkır, çok uzaklarda tepeler, belki ama belki beyaz bir ya da iki çadır… Kendi eksenim etrafında turumu tamamladığımda gözlerimin önünde uzayıp giden manzara sadece bu. Böylesine bir boşluğun zihnimi bunca kurcalayacağını, aklımın ve yüreğimin en unutulmazları arasına gireceğini ve beni defalarca Moğolistan’a çağıracağını görmeden bilemezdim.

 

 

İlkokul sıralarında Türklerin tarihi üzerinden işlenen derslerde beyinlerimize kazınan, “Orta Asya’dan göç eden Türkler” tanımlamasının çıkmasına sebep toprakları, insanları ve geleneklerini anlatmaya çalışacağım şu birkaç satırda.

Bir buçuk milyon kilometre kare alana sahip ülke topraklarında hepsi hepsi üç milyon insan yaşıyor. Bu nüfusun % 35’inin de başkent Ulaan Batur’da yaşadığını düşünürsek, “Boşluk” ile anlatmaya çalıştığım duyguyu varın siz düşünün. Nüfusunun % 30’u halen göçebe ya da yarı göçebe olan Moğolistan’da Moğol halkının yanında batıya doğru Kazaklar ve Tuvalar da yaşamaktadır.

Gözlerimi kapayıp Moğolistan’ı düşündüğüm zaman gözümün önünde uçuşan görüntüler bembeyaz bulutlar altında yeşilliği tozu dumana katarak aşan atlı Moğol çocuklar; ok atan, at binen, utangaç gülümsemeli zarif kadınlar, iri yapılı savaşçı erkekler, sonsuzdan geliyormuş hissi veren nehirler, kıpkırmızı gün batımları, yarım küre gökkuşakları, Budist tapınaklarının loş aydınlığı ve tabii derme çatma ger adı verilen yurtlar oluyor.

İmparatorluk öncesinde keçeden yapılmış ger’lerde yaşayan, hayvancılık yapan, et yiyen, kımız denilen at sütüyle beslenen ve sürekli birbirleriyle savaşan göçer Moğolları bir araya getirmeyi başaran Timuçin adındaki genç 1206 yılında imparatorluğunu ilan edip topraklarını günden güne büyütmeye başlayınca kendine “Denizler Hanı” anlamında Çingiz Han unvanını uygun gördü. Kendisine karşı gelmeyi Gök Tanrı Tengri’ye karşı gelmekle eş tutan Cengiz Han imparatorluğun sınırlarını da Orta Asya’dan Rusya’ya, Çin’den Ortadoğu’ya ve Avrupa’ya kadar genişletti. Bugünkü büyüklüğünün yaklaşık 20 katı büyüklüğe ulaşan Moğol İmparatorluğu gelip geçtiği bütün toprakları yağmalamasıyla ününe ün, gücüne güç kattı.

Tarihin en büyük imparatorluğu toplam yüz elli yıl sürdü. İmparatorluk göçer başkentlerden yönetildi yüzyıllarca. Keçe çadırlardan kurulan başkent, mevsimler değişip otlar kuruduğunda kervana yüklenip verimli topraklara göçtü. Orhon, Selenge, Tuul Gol nehirleri civarında konup göçen başkent yaşamları sonunda 1639 yılında Ulaan Batur’un 420 km dışında Arkhangai Aymag – Nehri bölgesinde Örgöö’de nihayet yerleşik hayata geçtiler. 1778 yılında da bugünkü yerine geçen başkentin 1924 yılında sosyalist rejimle birlikte adı “Kızıl Kahraman” yani Ulaan Batur oldu.

Bütün ülke ne denli temiz havaya sahip ve bomboşsa başkent Ulaan Batur da o denli kirli havası, yüksek binaları, inşaatları ve kalabalığıyla dünyanın diğer büyük kentleriyle yarışır durumda. Kent sakinleri ve ziyaretçileri Ulaan Batar’ın kalbi Sukhbatar Meydanı’ndan geçerken Meclis Binasının altında bütün haşmetiyle duran Cengiz Han heykeliyle selamlaşır. Her gün değişen ve yüksek katlı camla kaplı binaları ve artan araçları ve hatta trafiği ile metropollerin havasına bürünmeye başlayan başkenti Cengiz Han’ın heykeli bile şaşkınlıkla izliyordur diye düşünür gülümserim. Moğolistan’ın asıl hikayesi Ulaan Batur’u arkanızda bıraktığınızda başlar, bunu aklınızdan hiç çıkarmayın isterim.

Başkenti ardınızda bırakıp bozkırlara doğru yol almaya başladığınızda sizi en şaşırtacak şeyin koskoca bozkırda yol diye uzanan izin iki tekerleğin bozduğu yeşillikten kalan toprak şerit olacağından adım kadar eminim. Hoplaya zıplaya ama keyifle uçsuz bucaksızlığa doğru yol almanın bir adım ötesi o bozkırda at binmektir. Bunu da bir kenara not edin.

Bozkırlarda 5ten fazla çadırı bir arada görüyorsanız bilin ki orası turistler için yapılmış kamplardır. Son derece temiz ve büyük çadırların oluşturduğu kamp alanlarında konforunuzdan pek de bir şey eksilmediğini belirtmek isterim. Bunun dışında bir yerde iki çadır görüyorsanız bilin ki bir aileye aittir ve bir diğeri ondan birkaç kilometre uzaktadır. Ger’lerin biri yiyeceklerin depolandığı ve yemeklerin yapıldığı yer olarak kullanılırken diğeri kalabalık bir aileyi barındıracak düzeni sağlıyor. Çocuklar büyüdükçe veya nüfus kalabalıklaştıkça konaklanılan ger’ler ikiye çıkabiliyor.

Yolunuz düşer de ger’lerden birinin önünden geçerseniz inin aracınızdan ve onlara doğru yaklaşın. Tek yapacağınız “sen ben u” diye seslenmek, yani merhaba. Gülen yüzlerle dışarı çıkan ger halkı biraz tedirginlik yaşasa da beşinci dakikada kendinizi elinizde bir tas kımız, önünüzde kurutulmuş peynir ile bulabilirsiniz. Bilmediğiniz bir dilde yaptığınız konuşmalar, gülüşmeler, tanımadığınız kültürün merak uyandıran detaylarını anlama çabası, kırmızı yanaklı çocukların oyunları da cabası…

Bozkırlar üzerinde kimi atla kimi arabayla yolculuk yaparak küçük yerleşim yerlerinden geçersiniz. Bunların içinde en önemlilerinden küçük de olsa Türk tarihinde önemli bir yer tutan Karakurum şehri ve çevresidir. Tarihin bize bıraktıklarına en çok bu bölgede rastlıyoruz. Orhun yazıtları, Bilge Kağan ve Kültiğin Anıtlarının yer aldığı Karakurum UNESCO tarafından DÜNYA KÜLTÜR MİRASI LİSTESİ’ne de alınmıştır. 140 yıl boyunca “İpek Yolu” ticaretinin önemli duraklarından biri olan Karakurum’da yazıtların orijinalleri müzeye taşınıp açık havada reprodüksiyonları bulunmaktadır. Görünümleri öylesine etkileyici ki hiç kimsenin gerçek olmadığı ile ilgili bir derdi olacağını sanmıyorum.

Yol boyunca dikkatinizi çeken taşlar ve kayalarla desteklenerek dik yerleştirilen yaklaşık üç metre boyundaki uzun kütüklerin adı Ovoo. Şaman kültürünün bir parçası olan ve yolları ve yolcuları koruduğuna ve kutsadığına inanılan Ovoo’lar bir şaman tarafından kutsandıktan sonra değer kazanıyor. Size düşen bir Ovoo gördüğünüzde aracınızdan inip etrafında dönmeniz. Sonrasında yollarınız hep açık olur.

Ve bozkır içinde en etkileyici yerlerden biri de Erdene Zuu kentidir. Moğolistan’daki ilk büyük Budist manastırıkabul edilen ve son derece düzenli ve etkileyici mekanda Budist öğrencilerin gün içindeki ayinleri ve dersleri sizleri oraya bağlıyor. Ama dışarı çıktığınızda sizi Moğolistan’a bağlayacak bir şey 

 

daha var ki emin olun göz göze geldiğiniz anı hayatınız boyunca unutmayacaksınız. Kahverengi sarı kırçıllı parlak tüyleri, kıvrık gagası ve keskin gözleri ile bir demir parçasının üstünde duran şahinin bakışları insanın içine işleyen türden. Meşin eldiveni kolunuza geçirip üstüne gelmesini sağlayın ve yukarı aşağı salladığınız kolunuzla birlikte o da kanatları açıp size eşlik edecek ki, gözleri kadar kanatlarının esintisi de anılarınıza taç olacak.

Yolculuğunuz boyunca bozkırlar arasında gezerken elbette ki Gobi Çölü’nden hayli uzakta olacaksınız. Yine de kumsuz olmaz diyorsanız, develerle yapacağınız gezintinin son noktası kumullar olacaktır. Sıcağı ve kuraklığı anlatması açısından önemli.

Ve son olarak Tibet Budizm’ini benimseyen Moğolistan’da Şamanlığın halen sürdüğünü de hatırlatmak gerekir. Bozkırlarda, kentlerde Şamanlara rastlamak hele hele gerçek ritüellerini izlemek öyle tahmin edildiği gibi kolay değil. Ancak Ulaan Batur’a döndüğünüzde tiyatro salonundaki gösterilerden birine gitmenizi öneririm. Hem temsili şaman töreni izler, hem inanılmaz akrobasi gösterilerini görür hem de çift gırtlak yapısına sahip inanılmaz ses sanatçılarını dinleyebilirsiniz.

 

 

 

 

Ulaşım

Heybeliada Ayyıldız caddesi 30/1 Adalar - İstanbul

zayende@zayende.com

+90 ( 538 ) 402 69 92

+90 ( 216 ) 348 90 87


Grup
        
Sayfa
        
Zayende
        
Yeldabaler

©2025 - ZAYENDE Travel Agency- TURSAB A 5937 Adres : Heybeliada Ayyıldız caddesi 30/1 Adalar - İstanbul
* Sitemizi kullanarak KVKK bilgilendirmemizi, çerez kullanim ve gizlilik politikamizi kabul etmektesiniz.
© Sitede bulunan yazi ve fotograflar, telif haklari kanununa göre yazili ve internet dahil hiç bir ortamda bölümler halinde de olsa, izinsiz yayinlanamaz ve kullanilamaz.